Bugünkü cumartesi yazımı aşkları, gizliliği hala tartışılan Hasan Sabbah'a ve hala var olan denilen haşhaşilerine ayıracaktım…
Cünkü Sultan Melikşah ve birçok hükümdarın, padişahın ele geçiremediği ama bugün artan nüfusları kılıçlarıyla kesip, doğrayan ve yok eden Moğolların zor bela ele geçirip, yerle bir ettiği 8 bin 200 metre yükseklikteki tepede bulunan Alamut kalesini anlatacaktım..
Ve o kalede esrar, eroinin ham maddesi olan haşhaş ile beyinleri yıkanan bugünkü maaşlı troller diyebileceğimiz sahte cennete inanan Haşhaşiler ile dost (!) Amerika'nın bize yasaklattığı haşhaş ekimini bir de ben anlatacaktım sizlere fakat randevu kültürümüzün geliştiğini düşünerek gece geç saatlerde uyumama karşın erkenden uyanıp, günler öncesi görüşmeyi umduğum dostuma doğru yol almak zorundaydım…
Sonra farkettim ki bu yaşıma kadar aldığım ve bir türlü bitmeyen yolların bir yenisine daha çıkarken, 8 bin 200 metrelik yolla gidilebilecek ama ulaşılmayan o tepenin üzerindeki, Alamut kalesine belki 50 bin kez ulaşacağım kadar uzunlukta olan bu hayatımdaki yolların artık beni de yormaya başladığını düşünüyordum.
Çünkü her geçen yıla inat daha yeni doğmuş bir bebek gibi heyecanla kestiğimiz ve tadını birlikte tatmayı düşünüp ama yiyemedigimiz pastalar gibi dizlerimizin de artık bir hayli kesilip, yorulduğunu ve bir kenara çekilip, kalbimiz gibi durmak istediğini her geçen saat, gün, aylar ve yıllarda daha iyi anlıyordum, uyumak isteyen gözlerimi dinlemezken…
Tam bu düşünceler içinde , randevuya yetişmek için yeniden çıktığım yolda aldığım diğer bir haber ile ülkenin nüfusunun arttığıni öğreniyorum fakat memleketim Ardahan'ın hala göç verdiğini tekrar farkedip, derin bir nefes alıyorum .
Tam zamanında yetiştiğim randevuya dostumun memleketimin beklediği yatırımlar gibi randevusuna gelmediğini de görüyor, beni yoran yolun ne kadar haklı olduğunu da birkez daha anlıyordum..
Neyse olsun mevcut iktidarın dediği gibi olmazsa da “yolun sonuna kadar durmak yok” diyerek yeniden yol almaya başlayarak, cumartesi yazısını bu hafta da bir kenara bırakıp, yeniden iç ve dış etkenlere, artan, eksilen nüfusa ve onun tetiklediği göç konusuna daldım.
Ve başta Iş-İd olmak üzere maşalar aracılığıyla yakıp, yıktıktan sonra “insanlık” diyerek briket evler yapılan İdlib'den, Afganistan'dan yetmedi Ukranya'dan gelen göçü engellemeye çalışan ve son olarak Samsun ile Edirne'de heykellere yönelik çirkin saldırılarla 28 Şubat sürecine benzeyen tahriklerle bugünlerde bir hayli sıkışan ve benden beter gerilen anlayışın idare ettiği ülkemizdeki iç göçün hala ve daha da hızlanarak devam ediyormuş.

Son olarak istatistik kurumu tarafından yapılan açıklamada, başta benim memleketim Ardahan'da olmak üzere, bir çok kentin boşalıp, göç verdiği bir kez daha ortaya çıkarken, bu göçün kanal yapılmak istenen İstanbul ve diğer batı kentlerine doğru devam ettiği de görülüyor.
Afrika ve Arap yarımadasının da içinde olduğu dünyanın batıya yönelip, hala durmayan göçün devam ettiği bu süreçte iç göçün nasıl durdurulacağı konusunda bu güne kadar ortaya konan onca plan ve projenin ya raflarda bekletildiği ya da hayata geçirilemediği ülkemde fabrika açmaktansa kanal açmak arazilerini memlekete göç eden Katarlılara satmak daha kolay…
Evet, şu an benimde içinde olduğum İstanbul'u şişiren batı kentlerini çarpıklaştıran, bir iş umuduyla yerini, yuvasını geride bırakıp, ailesinin parçalanmasına, gelenek ve göreneklerinin yozlaşmasına neden olan göçün devam ettiği doğuya baktığımızda, doğuda doğar denen güneşin de hep batı özlemiyle yanıp, tutuştuğunu ve bir çok ocak gibi batı da battığına da (!) şahit oluyoruz.
Ve bu yetmez gibi göçü durduracak olanların kendilerinin, yani iktidar olanların değil, "Ben ne yapabilirim?"diye düşünmeyenler anlattığı hayali cennetinde yaşarız. Zira "Ben nasılsa batıya geldim, kendimi kurtardım" zihniyetiyle devam eden göçü izlerken “yok efendim trafik niye böyle, bir depremle yerle bir olacak bu çarpık kentleşme niye yapılır, kapkaç, eroin, esrar kullanan insan sayısı niye artıyor, deniz dahil çevre niye böyle kirli, kadın cinayetleri, vahşi biçimde insan ölümleri, ani toplumsal olaylar neden oluyor, kar niye yolları kapattı, mobeseler özel hayata girer mi vb..'”gibi teranelere başlarız.
Sonra da, “Maaşlı trolleri buldum” diye sevinen ama kendisinin de kendi içindeki Hasan Sabbah ekibinden kalma trollerden bi haber muhalefet liderinin yanında da modern Haşhaşilerin olduğunu anlıyor, gecesi 100 bin TL olduğu ileri sürülen bir otel odasında çekilmiş olan fotoğraflarını, kar görüntülü mobese kayıtları gibi A haberin başını çektiği havuzda yüzdüğünü görüyoruz. Bizler de bu yol yorgunlukları yetmez gibi sinirden, gerginlikten çekirdek değil, dudaklarımızı yeriz.
Sonra önce pandemi ardından kar/kış yetmedi, ekonomik sıkıntidan dışarı çıkamayıp, evde baş başa kalan erkek-kadınlı 84 milyon olduğumuzu anlamadan bol kovboylu batı filmlerini izleriz.
Modern Hassan Sabbahlar gibi, ruhlarımizi kesip doğrayarak, kimseler görmeden ...