Bir dönem gazetemizi toplattıran ve her 21 Mart'ta hala kullanılıp, kullanılmamakta tereddüt edilen W harfinin de içinde olduğu Newroz öncesi bir gece yarısı bir imza ile ortadan kaldırılan İstanbul Sözleşmesinin yeniden tartışılacağını düşündüğüm ama Rus ayısının daldığı Ukrayna'nın gölgesinde kalacağını da akıl edemeden geçemediğim 8 Mart öncesi yol boyunda bir kadını ziyaret ettim.
Ve Kazım Karabekir'in 'Boğazlar, boğazımız, Kars, Ardahan Bel Kemiğimiz' diyerek bugün yaşananları 101 yıl önce gündeme getirdiği stratejik konumumuzun içinde olan ülkenin ekonomik şehirlerinden olan Kocaeli'nin büyük köy konumundaki Körfez ilçesinde hemcislerine hitap eden bir mağaza işletmecisi olan ve adının bir bölümünü iş yerine veren bu kadını daha yakından tanıma imkanı buldum.
Soğuk ve yağmurlu bir günde Rusya'nın Ukrayna'ya girdiği ve Ortadoğu'dan sonra Kafkasya sınırlarında da savaş tam tamları sesleri eşliğinde tarif edilen adrese yaklaştığımızda kent içi mi, köy içi mi yoksa savaş uçakları tarafından bombalanmış gibi bozuk bir yolda olduğumuzu görürken bizi bekleyen gülen bir yüzle karşılaşıyorduk.
Bu satırları yazdığım bir sırada hala bombalandığını takip ettiğim Ukrayna kadınının güzelliğini kıskandıran güzel yüzü ile bizi karşılayanın Dadaş olduğunu öğrenince önce küçük bir şaşkınlık, ardından büyük bir rahatlıkla ve sanki kendi evimize, toprağımıza ayak basmanın rahatlığı ile giriyoruz içeriye..

Yok imkanlarla direnerek yaratmanın mücadelesine bir kez daha şahit olduğum bu ziyaretimde kadının gücünü bir kez daha hissedip, hiç de öyle sanıldığı gibi geride olmadığı tam tersi yaratıcı isterse yeniden, baştan başlayarak tam bitti dendiği anda bitmediği ve varlığının birilerine ağır geldiğini hissediyordum.
Çünkü ziyaret ettiğim bu kadın yani BANUŞ GİYİM adlı işyerine adını veren güzel Dadaş, Erzurumlu hemşerim Banu'nun kendisi gibi güzel çayları ardından içtiğimiz 40 yıl hatırlı kahvesini yudumlarken sahil başı yani semtine adını veren Körfezin ucundakilerinin bir hayli zengin ortası ve kenar mahallerinin bir hayli yoksul olduğunu da anlıyordum, dağılan okuldan çıkan öğrencileri ve onları almaya gelen ailelerini uzaktan izlerken..
Mesleğim, gazeteciliği ilgilendiren tesislerin, Seka Kağıt Fabrikası'nın park, Tüpraş ve nice devasa tesisinin özelleştirme adı altında yerli, yabancılara satılıp, kapılarına özel ordular konulduğu İzmit sahili boyunda bulunan ve bir zamanlar iş ortaklığı yaptığı Ergaz gibi birçok firma ve fabrikanın olduğu ama bir o kadarda işçinin gelip, etrafında öbeklendiği yoksul şehir, Körfez'de tanıştığım bir kadın, Erzurumlu Fatma Banu Kayraldağ bana bir şeyi hem de yorulmuş, bezmiş bir o kadar da bıkmış bir atmosfer içinde teslim olmamak, kırılsa da kemikler, direnç kalmasa da yaşam mücadelesinin devamının şart olduğunun enerjisi ile ayrılıyordum.
Çünkü onunda hayat denen bu yolda her insan gibi düşüp, kalkan bir babanın kızı olduğunu ve en önemlisi o babaya sarılıp, yıkılmasına izin vermemiş, kardeşi, annesi ile yaşam mücadelesi verirken kendi özel hayatını hep ötelerken kaybettiği bir şey olmamış ve en büyük kazancı ailesi ve kendisinin tüm badirelere rağmen hala ayakta kalmasına en büyük destekçisi olmuş olduğunu anlıyordum, bir kadının gücünü bir erkek olarak bir kez daha anlarken..