Protest müziğin temsilcisi Ahmet Kaya’nın yaşamını beyaz perdeye taşıyan ve 07 Şubat 2020’de gösterime girmesi beklenen “ İki Gözüm Ahmet”, varislerinin talebi üzerine 26. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından “ihtiyati tedbir” kararı alınarak durduruldu. Bunun üzerine filmin yapımcıları konuyla ilgili basına yaptıkları açıklamada, filmin davalık olmasının nedeninin telif hakları değil, kişilik haklarına saldırı ve ihlali olduğunu belirtiler. Buna göre Gülten Kaya herhangi bir telif talebinde bulunmamış, söz konusu filmi Ahmet Kaya’nın kişilik haklarına saldırı olarak görmüş ve dava açmış.
Oysa proje gündeme geldiğinde Gülten Kaya’ya ile aile fertlerine bilgi verildiğini ve onların onayı doğrultusunda çekimlerine başlanıldığını hatırlatan yapımcı Eşref Bukan’ın açıklamalarındaki ayrıntılar, taraflar arasındaki asıl anlaşmazlığın kaynağı hakkında önemli ipuçları oluşturuyor.
Mağdur rolünün altındaki öfke
Hatırlanacağı üzere 1999’da ki MGD ödül gecesinde yaşanan hadiseyi medyamız “linç girişimi” olarak servis etmiş, nedenleri üzerinde durulmamış ve böylece bir mağdur edebiyatı yaratılmıştı. Hadiseden hemen sonra hakkında 3 yıl hapis istemiyle dava açılan Ahmet Kaya ise Fransa’ya kaçmış ve 2000 yılında da vefat etmişti. Daha önce de Almanya’da (1993) PKK flaması altında verdiği konser nedeniyle hakkında PKK örgütüne yardım ve yataklık suçundan 7,5 yıl hapis istemiyle dava açılmıştı. Kısacası Ahmet Kaya’nın PKK bağlantıları, birçok defa gündeme geldi ve hakkında da davalar açıldı.
Öcalan’ın sorgu tutanaklarının 39. Sayfasında Şivan Perver ve Gülistan Şahturna ile birlikte adı geçen Ahmet Kaya’nın PKK’ya desteği;“Bana mektup yazarak ücret almadan Med Tv’ye çıkmak istediklerini söylediler. Bu sanatçılar, programlardan ücret almaksızın Med Tv ve diğer etkinliklere katılarak örgüte katkı sağladılar.” şeklinde bizzat Öcalan tarafından itiraf edilmişti. Örgüte destek verenlerin isim listesinin tamamına “Apo’nun Kürt ve Din Maskesi” adlı kitabımdan ulaşabilirsiniz. Aradan 21 geçtikten sonra bir filmle Ahmet Kaya’nın yeniden gündeme gelmesi ve yine aynı linç mağduriyeti üzerinden toplumun manipüle edilmesi artık kabul görmeyeceği gibi başta eşi Gülten Kaya olmak üzere varislerini de rahatsız edecek ve hatta zor durumda bırakacaktır ki mesele de budur.
Kafanıza vura vura…
Bu sözler, Ahmet Kaya’nın o malum gecede söylediği sözlerdir. Kürtçe bir şarkı yazdığını ve klip çekmek için cesur bir yapımcı aradığını söyleyen Kaya, sözlerinin devamında ise “eğer yayınlamazlarsa Türk halkı ile nasıl hesaplaşacaklar, bilemiyorum” demişti. Kaya’nın zihniyetinin söze dökülmüş hali olan bu cümle, gerçekte kışkırtmaya ve provakasyona yönelik bilinçli tasarlanmış bir cümledir. Öyle ya, Kaya’nın yayınlanmayan Kürtçe klibinin hesabını neden Kürt halkı değil de Türk halkı soracaktı? Nedeni şu; Kaya, dolaylı yollardan Türk halkını, adını vermediği yapımcıların karşısına sürüyor ve onları Türk halkı ile tehdit ediyordu. İşte bu sözleri, gecedeki tüm konukların haklı tepkisine neden olmuştu. Şarkısını söyleyip masasına geçtikten sonra ise kendisine yönelik tepkilere yanıt verirken, asıl amacını da açıkça itiraf ediyordu.
Salonu terk etmeden önce “Kürt realitesini ya kabul edeceksiniz ya da kafanıza vura vura kabul ettireceğiz.” diyen Kaya, kendisini paye veren, ödüllendiren Türk halkına PKK argümanıyla meydan okuyordu. Kürt realitesi dediği ise gerçekte Kürt halkını temsil etmeyen PKK’nın, talepleri üzerine attığı klişe söylemlerden öte bir anlam taşımadığı bilinen bir gerçektir. İşte bu sözlerinden sonra tepkiler büyüdü ve bu tepkiler de“linç girişimi” olarak servis edildi. Asıl hadiseye neden olan gerçekler ise görmezden gelinerek mağduriyet rolü çıkartıldı.
Gerekçeler gerçekleri yansıtmıyor
Yapımcı tarafı, varislerinden izin aldıklarını ve maddi manevi tüm talepleri karşılayacaklarını dile getirirken, Gülten Kaya ise yapımcıları kastederek Ahmet Kaya ile hayatında fiilen ve düşünsel olarak yan yana gelmeyenlerin onun hayatını inciteceklerini, didikleyeceklerini ve talan edeceklerini ileri sürüyor. Dahası, bu filmin tamamen ticari amaçla yapıldığını söyleyerek çelişkilerini katmanlı hale getiriyor. Oysa Gülten Kaya’nın ileri sürdüğü gerekçelerin hiçbiri gerçeği yansıtmıyor. Çünkü kendi bütçesini amorti edip etmeyeceği dahi belli olmayan bir filmden rant sağlanacağını ileri sürmek, içi doldurulamayacak boş iddiadır. Ahmet Kaya ile düşünsel olarak yan yana gelmedikleri iddiası da yine bu bağlamda tutarsız ve gerçek dışıdır. Çünkü ideolojik ve düşünsel olarak Ahmet Kaya, PKK ile aynı çizgidedir. PKK’nın taleplerini savunduğu, destek verdiği ve Abdullah Öcalan’a atıfla “bir dostu özledim” dediği de bilinen gerçekler arasındadır. Filmin yönetmen Gani Rüzgâr Şavata ise 2015’te HDP’den milletvekili adayı olduğunda “Abdullah Öcalan’ın sesi olmak” istediğini söylüyordu. Gülten Kaya’nın iddiasının tersine düşünsel ve ideolojik bir farklılık olmadığı gibi ikisi arasında tam bir uyum söz konusudur.
Bu durumda filmin Ahmet Kaya’nın kimlik ve kişiliğine zarar vereceği, ticari amaç güttüğü gibi ileri sürülen gerekçelerin hiçbiri gerçeği yansıtmamaktadır. Gülten Kaya’nın çabası da o geceden“mağdur” rolüyle ayrılan Ahmet Kaya’nın, Türk kamuoyunun hafızasında bu haliyle kalma arzusundan öte bir şey değildir. Bu bağlamda taraflar arasındaki anlaşmazlığa neden olan ne ticari, ne izin meselesi ne de diğer etkenlerdir. Tek ve gerçek nedeni, PKK ile mücadele döneminde Ahmet Kaya defterinin yeniden açılmasından duyulan endişe ve kaygılardır.