Ne yalan söyleyeyim; şiire hep uzak durmuş, hiç ilgi duymamış; şiirsiz bir hayatı tercih etmişimdir. Şiiri hiç merak etmemiş; şiir hayatıma hiç girmemiştir.
Hep şiirsiz bir hayat sürmüşümdür.
Birkaç ünlü şair, şairin şiiri dışında bildiğim şair de şiir de yoktur.
İşin ilginç yanı; şiire neden uzak durduğumu kendime hiç dert etmedim.
“Neden şiire bu kadar ilgisizim” demedim.
Sanırım kendimce:
Yazarların, şairlerin önünde olduğunu düşündüm.
Nesrin, şiirden üstün olduğu kanısına kapıldım.
Şiirlerin toplumsal konuları değil de bireysel konuları dert edindiğini sandım.
Şiiri çok kolay yazılabilen bir yazı türü olarak gördüm, o nedenle de şiiri ciddiye almadım.
Ne kadar aptalca bir düşüncenin içinde olduğumu çok geçte olsa anladım; üzüldüm, “Vay be! Bu kadar yıl şiirden uzak kalmak… Yazık be!” dedim kendi kendime.
Hep eksik kalmış bir yanım…
Çöl olmuş dilim, damağım…
Katılaşmış kalbim, damarım…
Çok eksik öyküm, romanın…
Roman, öykü, şiir, masal, anı…
Okudukça okur alır birbirinden farklı tadı…
Lakin…
Hiçbirinde yokmuş şiirin o eşsiz tadı.
Şiir, edebiyatın babasıymış…
İlgi duyunca şiire bunun farkına vardım.
Birkaç cümle ile koca bir dünyayı anlatmak…