Şehirden uzak, mandalina bahçelerinin arasında bir evde, yalnız başına yaşayan yaşlı İvo, silah sesleriyle irkilir.
Eşiğe çıktığında ise yerde ölü gibi yatan savaşçılarla karşılaşır. Biri yaşıyor, diğerleri ise ölmüştür. Yaralıyı evine taşır, yatağına yatırır ve yaralarına merhem arar.
Geride kalan ölüleri ormana gömerken içlerinden birinin daha yaşadığını fark eder; ağır yaralanmıştır. Onu da evine götürüp başka bir odaya yatırır.
Ayrı odalara yatırıp kapılarını kitlediği hastalarını tedaviye koyulur. Kapıları Kitlemiştir; çünkü iki yaralı savaşçı, aynı zamanda düşmandırlar da…
Ölümden uzaklaştıkça, aslında ölüme yaklaşan bu iki savaşçıyı yaşatmaya çalışan Yaşlı İvo’nun işi ise bir hayli zordur.
Gün geçtikçe doğrulan savaşçılar, taşınan yemeklerden, yapılan ilaçlar ve konuşmalardan yan oda da düşmanlarının olduğunu anlar ve tekrar öldürmek için plan yapar dururlar.
Bir gün Yaşlı İvo, mandalinalarını toplamaktan döndüğünde, birini diğerinin kapısında elinde bıçakla görür. Başka bir gün bir diğerini silahını ararken… Neyse ki iki savaşçının da planlarını tamamlayacak takatleri yoktur, yaralıdırlar…
İvo, ilk başta kapıları kitlemeyi bırakır. Sonra aynı masada yemeğe oturtur onları. Onlara güler, onları elleriyle besler, onları giydirir. Çay verir, su içirir. Torunlarından bahseder, mandalinalardan bahseder, savaştan neden gitmediğini, neden dağ başında tek başına yaşadığını anlatır. Konuşturur onları. Çünkü konuşarak çözülemeyecek sorun olmadığını bilir.
Günler geçer ilk başta kanlı bıçaklı olan savaşçılar bir bakmışsın bir birine saygı duyan, acılarından anlayan iki arkadaş olur. Müzikten, tarihten bahsederler. Tiyatrodan, çocuklarından ve ülkelerinden.
Bir bakarlar ki biri diğeri, diğeri ise biri…
Bir gün yaşanan savaşta taraf olan adamlar gelir. Birinden birini, ötekini bulup öldürmek için.
Yaşlı İvo telaşlanır. İkisinin de gözlerine bakar.
Artık arkadaş olan iki eski düşman şimdinin dostları sırt sırta verir ve Birbirlerini yaşatmak için gelenlerle savaşırlar.
Yaşatmak ve bu kirli savaşın kendilerinin savaşı olmadığını göstermek için.
Bu hikaye yakın zamanda yanı başımızda gerçekleşen Gürcü, Çeçen savaşından…
Bize savaşın anlamsızlığını, gereksizliğini anlatıyor. Aslında bize aramızda duvarlar varken öldürmek için uğraştığımız –ötekiyi-, aynı masaya oturduğumuzda YAŞATMAK için çaba sarf edebileceğimizi gösteriyor.
Bir Yunan kralı ünlü filozofa sormuş: - Akıl mı önemlidir yoksa yiğitlik mi? - Akıl olsaydı, demiş filozof, yiğitliğe gerek kalır mıydı?
Aslında yaşlı İvo, Yaratıcı tarafından bize verilen Aklı bir kenara bırakıp, güya insanın bulduğu Yiğitliğe sarılarak hırslarımızı, egolarımızı, çıkarlarımızı ve öfkemizi tatmin etmek için, Yaşamak için var olduğumuz bu topraklarda Öldürmenin anlamsızlığını ortaya koyuyor. Film devam ederken aklıma benim yaşadığım topraklar geliyor. Ve kendi kendime söylüyorum;
Sanırım bugünler de bu topraklara acil suretle bizleri o masaya oturtacak bir yaşlı İvo gerekiyor.
Yaralarımızı saracak ve bize kardeş olduğumuzu hatırlatacak bir İvo…
Yoksa ölmek ve öldürmek telaşıyla yok olup gideceğimizi hatırlayarak.
Film bittikten biraz sonra ise Hasan Hüseyin Korkmazgil’in şu mısraları dilime dolaşıyor;
"asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak …"