Gece olmuştur, günün yorgunluğu, telaşı, koşuşturmacalar, sohbetler, iknalar, ilişkiler o an da geçer gözünüzün önünden; başınızı yastığa koyduğunuzda.
Sıcak bir duşun altından çıkıp kurulandığınızda temiz elbiselerle girdiğiniz yatağınız, sığındığınız bir limandır aslında.
Uykuya dalınacak o kısa zaman diliminde gelir insanın aklına, geçmiş ve gelecek.
Ne oldu, ne olmalı, ne olacak?
Başarı saydıklarınız, başaramadıklarınız. Sevdikleriniz, öfkelendikleriniz. Unuttuklarınız, hatırladıklarınız.
O açık denizde yaşadıklarınızın hesabını, o limanda halledip, derin bir dalışa geçersiniz.
Varsa eksik gedik, biraz daha düşünür, bazen de düşünceden uyuyamazsınız.
Gündüzleri oynadığınız hayat oyununu düşünürsünüz.
Kazanmanın ve kaybetmenin vermiş olduğu tekdüzelikten sıkılırsınız.
Oyun bitsin istersiniz, gitmek ve uzaklaşmak istersiniz.
O uykuya dalacağınız kısacık anda düşler kurar, bilmediğiniz yerlerde bilmediğiniz kılıklarda dolaşırsınız.
Ve bir Tanrı’ya inanıyorsanız, ona dualar eder, dileklerde bulunur, şükranlarınızı sunarsınız, o çok sevdiğiniz yatağınızda.
Böyle gecelerin birisinde, devlet adamı, adalet timsali, Belh şehrinin padişahı İbrahim Ethem, uykuya dalmak üzereyken Tanrısına şükranlarını sunmaktadır. Rabbinden cennetinde kendisi için bir köşe ister.
Duasını yaptığı sırada çatıdan gelen garip sesler duyar. Şaşırır, meraklanır.
Nöbetçilere seslenir ancak kimseler yoktur. Kalkar yatağından kendisi kontrol etmek için çatıya bakar ve çok şaşırır.
Yaşlıca bir adam çatıda dip köşeye bakmaktadır,
İbrahim Ethem kızar, -bre adam der, gecenin bu vaktinde ne ararsın? diye sorar.
Yaşlı adamdan cevap gelir, devemi kaybettim, onu ararım der.
İbrahim Ethem iyice sinirlenir, ey kendini bilmez gafil, gecenin bu vaktinde sarayımın çatısında deve mi aranır, benimle dalga mı geçersin?
Yaşlı adam yine cevap verir, ya sen İbrahim Ethem, öyle atlas döşeklerde, öyle saraylarda cennet aranır mı? der.
Cevap karşısında kendinden geçen İbrahim Ethem, biraz sonra yaşlı adamın peşine gider.
Onun normal bir adam olmadığını anlayan İbrahim Ethem sorar, sen kimsin, ne demek istersin?
Bırak ya İbrahim Ethem der, bu şaşayı, bu sarayı, bu hengameyi, bu hırsı, bu gücü bırak, git ve kendini Tanrı’nın yoluna ada.
İyice sarsılan İbrahim Ethem sorar, gidip eve haber vereyim mi, yoksa burdan devam mı edeyim?
Hayır der yaşlı adam, hiç geriye dönme.
O gün o gece o döşekten çıktığı andan itibaren bir daha geri dönmeyecektir İbrahim Ethem, şan, şöhret, güç, taç ve tahtı geride bırakıp devam eder.
Hakkında bir çok hikaye yazılan, bu ulu zat, dünyevi hırsların, meselelerin bir çırpıda geride bırakılabileceğini, yaşadıklarıyla, yaptıklarıyla, tarihe not düşerek bizlere defalarca kez ispatlamış durumda.
Bizlerin, uykuya dalmadan önce düşlediğimiz her şeyi bir kenara bırakıp gitmeleri, O devesini arayan bir adamın sözüyle yerine getirmiştir.
Bırakılamaz denilenleri bırakmış, dönüp arkasına bile bakmamıştır.
Anlayana ise hırslarını yenmenin haritasını bırakmıştır.
Şimdi gece olmuş, günün yorgunluğu, telaşı, koşuşturmacaları, sohbetleri, iknaları, ilişkileri geçiyor gözümüzün önünden; başımızı yastığa koymuşuzdur.
Hırs almış başını gitmiş kimseyi uyutmuyor.
Ne oldu, ne olmalı, ne olacak?
Başardıklarımız, başaramadıklarımız. Sevdiklerimiz, öfkelendiklerimiz. Unuttuklarımız, hatırladıklarımız.
Bunları düşüne duralım.
Birileri bir yerlerde devesini arıyor.
Biz atlas yataklarımızda Tanrı’ya dualar ediyoruz.
Çatılardan sesler geliyor.
Biz ise kulaklarımızı kapatıyoruz.