Eğer bir ülkenin güvenliği tehlikeye girme noktasına gelmiş ise, o ülkenin başındaki otorite güç bundan en az zararla kurtulmanın çarelerini tartışır ve bu temelde öngörülen bir dizi kararlar alarak pratiğe döker, dökmek zorundadır. İç huzuru sağlamak adına alınan bu kararlar bazen askeri, bazen kitlesel yer değiştirme ( Tehcir), bazen de bölgenin jeopolitik durumuna göre bir dizi adli tedbirler olarak görülebilir.
Ama şunu da çok iyi analiz etmek gerekir ki, hiç bir devlet kendini var eden asli unsurlarla ilgili sorun yaşamadığı sürece böyle bir yola başvurmayı düşünme gereği duymaz. Çünkü Devlet denen oldu, Dili, İnancı ve Etnik kimliği ne olursa olsun, ülke nüfusunu teşkil eden her bir bireyi aynı şefkatle kucaklamak zorundadır ve farklı özelliklerinden dolayı ötekileştirme gibi sakat bir politika geliştirme lüksüne sahip değildir. Ancak 1915'te Anadolu da yaşanan Ermeni ayaklanması çok acıdır ki tehcir gibi insan onurunu yerle yeksan eden bir politikanın izlenmesini kaçınılmaz kılmıştır. Tehciri anlamak ve gerekçelerini iyi okumak için, felaketin bire bir tanıkları olan insanların arşiv kayıtlarındaki ifadelerine kulak vermek gerekir. Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde önemli bir nüfusa sahip olan Ermeni'lerin Rusların gazına gelerek kendi Devletlerine karşı başlattıkları kalkışmalarla ne derecede büyük trajedilere sebep olduklarını resmi kayıtlar ve katliamlarda sağ kurtulanların ifadelerinde görmek mümkündür. Kabul etmek gerekir ki, bölgede büyük bir felaket yaşanmıştır ve bu felakete maruz kalanlar yalnızca Ermeni halkı değildir. Bölgede yaşayan Kürt'ler ve Türk'lerin de büyük zulümlere maruz kaldığını, yerlerinden yurtlarından edilerek, akla hayale gelmedik yöntemlerle katledildikleri söz konusudur. 1878 yılında yaşanan ve 93 harbi olarak anılan Osmanlı Rus savaşının barut kokuları daha dağılmamışken, Taşnak ve Hınçak çetelerinin 1890- 1895 yılları arasında defalarca isyan teşebbüsünde bulunarak, 1895- 1900 tarihleri arasında şiddetini artırmış, 1900-1914 arasında ise isyan ve baskın sayılarını daha da artırarak, bölgedeki felaketi adeta davet etmişlerdir. Batı cephesinde büyük bir savaş veren Osmanlı'nın kendi vatandaşları olan Ermenilerin Rusya gibi bir gücün yanında yer alarak içten vurulmak istenmesi elbette trajedi'nin ayak sesleriydi. Bölge halkı ilk başlarda bunu 38 sene önceki 93 harbi ( 1877 Osmanlı Rus savaşı) ile kıyaslıyor ve Rus askerlerin sivillerin mallarına, kadın ve çocuklarına dokunmayacakları, dokunsalar bile çok büyük zararlar veremeyecekleri kanaatindeydi. Fakat bunun büyük bir yanılgı olduğunu anlamaları çok uzun sürmedi. Rus birlikleri, özellikle Kazak ve Ermeni birlikleriyle karşı karşıya gelince ne kadar yanıldıklarını gördüler. Çünkü Rus askerlerin kontrolünde gerçekleşen ilerleme, Kazak ve Ermeni silahlı birliklerinin insanlık dışı uygulamalarıyla çığırında çıkmış, aynı köyde kapı komşusu olduğu Müslüman'ı katledecek derecede büyük bir çılgınlığa dönüşmüştü. Baskınlar öylesine tırmandırıldı ki, gelecekte kurmayı hayal ettikleri Özgür Ermenistan'ın başkenti olarak düşündükleri Van şehrini Osmanlı askeri gücü ve nüfusun çoğunluğu Müslüman olan halkından temizleyerek Rus askerlerine tepsi içinde teslim ettiler. Rus askerleriyle beraber hareket eden çetelerin yakıp yıktığı şehirde deyim yerindeyse taş üstünde taş, gövde üzerinde baş bırakılmadı. Osmanlı askerinin şehri tekrar ele geçirmesiyle saklanarak kurtulmayı başaran insanların arşiv kayıtlarında mevcut olan ifadelerine bakıldığında, Van'da Müslümanlara yönelik uygulanan katliamlar hakkında çok fazla düşünmeye gerek kalmayacaktır. Sadece Van'da mı? Kars, Bitlis, Bingöl, Erzurum, Ağrı, Iğdır, Erzincan, Sivas, Muş, Samsun, Merzifon ve adını sayamadığımız birçok yerleşim yerinde insanlar katledilerek, evleri yağmalandı ve gözleri önünde namusları kirletildi.
Burada acıları yarıştırmak gibi bir düşüncemiz asla ve asla yoktur ve olmamalıdır. Evet, doğrudur, 1915'te bu coğrafyada farklı etnik ve inanç gurubuna mensup insanlar korkunç bir dram yaşadılar, bu inkâr edilemez ve bir realitedir. Fakat Türkler ve Kürt'lerinde bu trajedinin kurbanları oldukları unutulmamalıdır. Bölgede yaşayan Ermeni halkının Özgür Ermenistan hayaliyle yanıp tutuşan Taşnak ve Hınçak komitacıların etkisiyle yüzlerce yıl Türk ve Kürt halkıyla bir arada ve barış içinde yaşanmışlıklarını bir tetiğe dokunarak ortadan kaldırmaya çalışması elbette masum gösterilemezdi. Kaldı ki, o tarihlerde Birinci Dünya savaşı yaşanmakta ve Gelibolu yarımadasında Osmanlı imparatorluğu ile itilaf devletleri arasında tüm şiddetiyle Deniz ve kara muharebeleri devam etmektedir. Doğuda Ruslar askerleriyle, Ermeni çetelerine karşı açılan ikinci cephenin sonuç verememesi, ne yazık ki tehcire giden yolu adres göstermiş ve 27 Mayıs 1915 tarihinde tehcir kanununun kabul edilmesini zorunlu hale getirilmiştir. Tehcir kanunun uygulanması aşamasında yeterli güvenlik tedbirleri alınmasına rağmen, kin ve nefret duyguları intikam almaya dönüşen bir kaç aşiretin saldırısı önlemede yetersiz kalınmış olsa da, tehcire tabi tutulan insanlar için günün koşullarına göre güvenli bir şekilde sevkleri sağlanmaya çalışılmıştır. Tehcir edilen kadın, çocuk, genç, yaşlı yüz binlerce insanın aylarca yürüyerek aç, susuz ve sersefil bir halde yürümeye mecbur bırakılması, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını tetiklemiş, insanların öngörülen kamp yerlerine ulaşamadan hayatlarını kaybetmesine zemin hazırlamıştır.
Eğer bir insan olarak empati yapmak gerekirse, o acıların dilini konuşmanın çok zor olduğu düşünülebilinir.
Neden mi?
Şöyle ki...
Van'da Ermeni çetelerin yakaladığı bir çocuğu '' Bugün sana bir kurban keselim,, diyerek babasının gözleri önünde koyun gibi çocuğunu kestiklerinde o Müslüman babanın veya tehcire mecbur edilen Ermeni bir Annenin zorlu iklim koşullarında ve haftalarca yürüdükten sonra kucağındaki bebeği arkasında bıraktığında ki ruh halini düşünmek bile tarifi imkânsız duygular barındırır.
Ne kadar berbat bir durum değil mi?
22.04.2015
Osman Kamacı