Başkentte sel can aldı…
Antalya’da bir turist selde kayboldu, Aydın selden çamur deryasına döndü.
Meteoroloji Genel Müdürlüğü, bugün Ağrı ve Iğdır için kuvvetli yağış uyarısında bulundu.
Bu uyarı, iki hafta önce Ağrı Doğubayazıt’taki selde yaşamını yitiren 12 yaşındaki Devran Öztürk’ü akla getirdi.
Kars Sarıkamış’ta atasözündeki mart değil, haziran kazma kürek yaktırdı; vatandaş yaz ayında soba kurmak zorunda kaldı.
Ezcümle; en başta ekonomik problemlerden dolayı olmak üzere kafası karışık memlekette bir de havalar birbirine karıştı.
Bir zamanlar hava durumu sunarken, ekrandaki tavırları ile bizi eğlendiren Hülya Uğur’un; “Havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız güzel olsun.” sözü de böylece nostalji rafına kaldırdı.
Peki bu havalara ne oldu?
Ne olacak ayol; “İnsanın kendine ettiğini dokuz köy bir araya gelse edemez” diye bir atasözü var ya; işte ondan oldu…
Hep birlikte el sağlığı ile dünyanın dengesini bozduk.
Toprağa hangi kimyasalı buldu isek bastık…
Daha verimli diye –kaba tabirle- kaktırıverdikleri hibrit tohumla da üstüne tüy diktik…
Maden ocakları ile toprağı, suyu, organlarımızı kirlettik. Zenginler zengin ettik; toprağımızı, suyumuzu fakirleştirdik…
Taş ocakları ile hem yeraltı sularının yönünü değiştirdik hem de daha derine gönderdik…
HES’lerle, şehirleri güzelleştirmek için yaptığımız çılgın projelerle ekolojik dengeyi bozduk…
Dereler çağlar iken bina dikmek için yönünü değiştirdik, olur olmaz yerlerde dereleri kapatıp üstünü belli belirsiz güya örttük.
Ormanları koruyamadık ve hatta korumadık (Geçenlerde biri sosyal medyada bu konuyla ilgili ‘Otel olmayacak yerden duman çıkmazmış’ sözünü paylaşmış; yeni atasözümüz hayırlı olsun)…
Felaket arada bir yokladı ama biz politika oluşturmadık…
Politika oluşturmadığımız gibi tüm bunlar daha kolay olsun diye yasal kolaylıklar sağladık. Örneğin, ÇED raporlarını onaylayan şirketleri birileri (!) üzerinden kurdurduk, o birilerinin de başka birilerinin talan hikayesini kolaylaştırmasının önünü açtık.
Bir politikamız olmadığı için, en basitinden kentlerimizi, altyapımızı yeni hava koşullarına göre dizayn da etmedik…
Sonra da altyapımız yetmedi; sel suları evlerimizi, ağaçlarımızı, arabalarımızı ve hatta insanlarımızı yaladı yuttu da, dönüp ne yaptık ya da yapmadık diye bakmadık; belediyelere sardık.
Gelinen noktada birey olarak, gelmekte olan falan değil; bizzat gelmiş olan küresel iklim felaketine karşı bir tedbir almamız mümkün değil artık.
Malûmun ilanı belki ama belediyeler, hükumetler, devletler ve hatta uluslararası düzeyde politikalar üretilmesi gerekiyor.
Ama bizdeki durum -yine atasözüne bağlayalım-; “Köy yanarken … saçını tararmış.” düzeyinde.
İnsan bir yanıyla, kendi hatasını örtmek için başkasının hataları ile gerçeği manipüle eden bir varlıktır.
Bizde işleyen tek politika işte (!) bu.
Yangın bitmiş, köy küle dönmüş; “Vay efendim sen bu altyapıyı yapmaz isen işte sonuç bu olur.” hesaplaşmaları…
Söyleyen de, dinime Müslüman olsa; önceki belediye başkanı…
Ve en önemli gerçek: küresel iklim felaketi, en çok yoksulları etkiler.
Çünkü olası bir selde zarar görmesi ihtimali olan zemin katlardaki evlerde yaşayanlar kentlerin yoksullarıdır.
Maden ocaklarının zarar verdiği, taş ocaklarının suların yönünü değiştirdiği topraklarda tarım yapan da yoksullardır.
Hibrit tohumun ekilmesi gerekliliği kararından etkilenen de, bilinç yoksulluğundan dolayı ‘verimi artırıyormuş’ diye kandırılıp toprağına kimyasal gark edilen de, yine bilinçsizlikten dolayı her bulduğu yere sondaj kuyusu açıp yeraltı sularının fakirleşmesine katkıda bulunan da yoksullardır.
Yoksullar suları kirlendiğinde, sularının yönü değiştiğinde, suları yerin daha dibine gittiğinde; suya ulaşmak için daha fazla çabalamak zorunda kalacak olanlardır.
Çiftçilerle bir konuşun: hepsi geçen birkaç yılda 2 metreden çıkardıkları suları şimdi daha derinden çıkarmak zorunda kaldıklarını söylüyor. Yerin 2 metre derinine sondaj kuyusu açmanın maliyeti nerede, 10 metre derinine açmanın maliyeti nerede?..
Bu gidişle zaten derinde de su bulamayacağız ama o suyu maliyetinden dolayı çıkaramayacak olan yoksullar aynı zamanda sürekli damacana satın alamayacak olan kesimdir de bir taraftan. Bu nedenle Afrika gibi yoksul ülkelerde su kuyu açtırılması en büyük hayır olarak görülür.
Ve bütün bu felaketler artık daha görünür olmaya başladığında ilk göç etmesi gereken de yoksullardır.
Ama zenginler için sürekli olacağı düşünülen o lale devrinin de elbet bir gün sonu olacaktır.
Yoksullar göç edecektir de, onlar rahat mı oturacaktır?
Bu kadar insan daha fazla yoksullaşıp topraklarından göç edince, göçün meydana getirdiği felaketler zenginleri de elbette rahatsız edecektir.
Şimdi Suriyelilerden duyulan rahatsızlık işte bu duruma küçük bir örnektir.
“Bu dünya kimseye kalmaz.” diye dilimize pelesenk ettiğimiz o sözdeki gibi; önce yoksulu yakan felaket sonra elbette zenginin de kâbusu olacaktır.
Müslüm Baba’nın dediği gibi işte: o aşamadan sonra “dünyayı yoksullar yakacaktır.”
Tarih bunun örnekleri ile doludur. Küresel iklim felaketiyle bağdaştırabileceğim en güzel örneği de, Nuh’un gemisidir.
Elbette bu menkıbenin nedeni sadece böyle bir iklim felaketi değildir ama incelendiğinde benzer çok yönünün olduğu da görülecektir. Bu nedenle küresel iklim felaketine dikkat çekmek için yapılan projeler Nuh’un gemisine atıfta bulunur. Felaketten dolayı yok olacağı düşünülen dünyadan kurtulmak için Nuh’un gemisi benzeri oluşumlardan söz eden teorisyenlerin, hatta projelerin olduğunu da biliyoruz.
Ama biz, “Allah akıl vermiş” diye yine dilimize pelesenk ettiğimiz ama aklımızı kullanmak zor geldiği için ezberlere sığındığımız için Nuh’un gemisini sadece bir efsane ya da dinî bir menkıbe gibi okuyup geçiyoruz.
O da yetmiyor; gemi Ağrı’da mı, Cudi’de mi diye olayı magazine çevirip, gerçeğin üstünü örtüyoruz.
Tıpkı; birkaç gündür haberlerde duyduğumuz sel felaketindeki bilançoyu göz ardı edip, belediye başkanlarının partileri üzerinden birbirine saldırmasına benziyor bu tutumumuz.
İnsanların evine ateş düşmüş; çocukları, eşleri, sevdikleri vefat etmiş ama siyasî liderler rögar kapakları, altyapı sorunu üzerinden siyaset devşiriyor.
Nuh’un gemisi Ağrı’da olsa ne olacak, Cudi’de olsa ne olacak?
Böyle bir gemi var mı, gemi yoksa bile bu menkıbedeki uyarı nedir, ona baksana be kardeşim…