Kızılay’da yere oturmuş melodika çalan bir çocuk… Bir kâğıdın üzerine ‘bayramlık alacağım’ yazmış, basıyor melodikanın tuşlarına.
Gelen geçen de bozuklukları çocuğun önünde duran kutuya atıyor.
Dedim ki, “Ekmek alacağım falan yazsaydın, bayramlığı lüks bulabilirler.”
- “Bunu yazınca daha çok atıyorlar abla.”
- “Enteresanmış. Okula gidiyor musun, gerçi tatil şimdi.”
- “Gidiyorum evet.”
- “Eee var mı kafanda bir meslek? Şunu olayım, bunu olayım…”
- “Valla yok abla. Bizden de doktor olacak değil zaten.”
- “Aaaa neden olmasın, çalışırsan olur (Ben bile inanmıyorum söylediğime).”
- “Yok abla ya nereden olacak. Anamız belli, babamız belli, yaşadığımız yer belli, ortamımız belli (Eliyle oturduğu yeri göstererek).”
- “Öyle düşünme. Türkiye’de bir sürü insan var çok zor şartlardan gelip başka hayatlar kurmuşlar (Ama buna inanıyorum, yaşamadığım şey değil sonuçta).”
- “Abla zaten doktor olsam ne yapacam, öldürüyorlar. O kadar oku, öl. Sen ne iş yapıyorsun?”
- “Gazeteciyim.”
- “Kaç sene gittin okula?”
- “4. 2 yıl da yüksek lisans var. Doktorlar gibi 6 yıl işte.”
- “Abla sen çok yorulmuşsun. Ben ne diye o kadar okuyup çalışayım. Çok yorucu. Elbet bir iş buluruz.”
Sakalları buluta değen şairin dizeleri geliyor aklıma; “Gülcü çocuk, hayâllerinde cimrisin diyor sana.”
Bu işte bir terslik var, melodika çalan çocuğa, “Hayâllerinde cimrisin.” diyorum.
Bu lakırdı tam da Dr. Ekrem Karakaya’nın cenazesinin ertesi gününde geçti.
Çocuk gündemden haberdar olduğu gibi, mevzuyu da çözmüş dedim içimden.
Bana çok yorgunsun dedi, o biraz canımı sıktı ama olsun. Yine de algıları bu denli açık bir çocuk görmek güzeldi.
Geçenlerde de sosyal medyada 14 yaşında iki çocuğun videosu dolaşıyordu. Bir muhabir sokak röportajı yapmış. Çocuklara, geleceğini görebiliyor musun diye soruyor.
Çocuklar sadece göremiyoruz demekle yetinmiyor. Bir ekonomist gibi çatır çatır neden geleceği göremediğini anlatıyor.
Ondaki ekonomi bilgisi değme memurda, vekilde, bakanda yok diyor insan izlerken.
Arkadaşımın oğlu, henüz 2’nci sınıfı bitirdi. Emeklilik maaşı diye bir şeyden haberdar ve yetmediğinin de farkında.
Şaşırıyorum bunları görünce; “çocukken ne safmışız” diyorum her yüzleşmede.
Para, emeklilik maaşı, meslek, gelecek gibi dertlerimiz yoktu.
Para ile ilgili tek ilişkimiz bakkaldan gofret, çikolata, leblebi tozu alacak kadar harçlığımızın olması idi.
Büyüklerimizin öğrettiği kadar meslek bilir; ana-babamızın meslekî hayallerini yaşatırdık. Öğretmen, hemşire ve doktorluktan başka da meslek bilmezdik zaten.
Bayramlar ise neşeden, mutluluktan, şekerden, güzel yiyeceklerden, akrabalardan, bol muhabbet ve ziyaretten başkası değildi.
Kadıköy’de bir kuru fasulyeci var. Üzerine ‘tarihî kuru fasulyeci’ yazmışlar. Tarihi de 1978’e dayanıyor. Havalı olsun diye de, ‘since 1978’i yapıştırmışlar. Her önünden geçtiğimde, “1978 doğumlu olsam ben tarihi miyim ne demek istiyorsun sen diye gerekçe göstererek dava açarım” diye düşünürüm.
Çocukları görünce kuru fasulyeciye hak veriyor ve 1978’in bile tarihe karıştığını anlıyorum.
30 yılda bir ülkede çocukların hayallerinde bu denli değişiklik olmuşsa, 30 yıl önce çocuk olanlar elbette tarihi oluyor.
Melodika çalan çocuk muhtemelen topladığı parayla bayramlık alamadı.
Demem o ki, umarım 30 yıl sonra bu yazı da tarih olur da, cillop gibi bayramlıklarını çekmiş çocuklar eğlenmek için bayramlarda melodika çalar, şairler yine gülen çocukların şiirlerini yazar.
Ve umarım, bu bayram, bayram gibi bayramınız olur (Buna da pek inandığım söylenemez)