Önce Gülşen’den başlayalım…
Gülşen’in sahnedeki tavırlarını tasvip etmediğime dair daha önce bir yazı kaleme almıştım. Oraları geçiyorum…
Ama adalette de bir denge vardır.
Hukukçu değilim ama hakaretten dolayı direk gözaltı ve tutuklama süreçlerinin de işletilmeyeceğini herkes gibi az çok biliyorum.
Bunları da herkes yazdı, o nedenle oraları da geçiyorum.
Geçemeyeceğim şu var ki; adaleti delerseniz akan irin bir gün size de bulaşır.
Gülşen ya da başkalarının her önüne gelene, özellikle de arkasında bir kitle varken pervasızca konuşması nasıl kabul edilemez ise, adalette dengesiz tutum ve yargılamalar da kabul edilmemeli.
Bir de şaka açıklaması var, evlere şenlik.
Kitleniz var, toplum önündesiniz o zaman söylediğiniz söze, yaptığınız şakaya itina göstermeniz gerekir. Etmiyorsanız da sonuçları olduğunu bilmeniz…
“Gaf yapılmış” dense bu açıklama daha samimi olur bana göre. “Her şakanın altında bir gerçek vardır.” her ne kadar bir genelleme olsa da, bu tür durumlarda ilk akla gelendir.
Olaya kavramsal düzeyde yaklaşmak gerekirse de, ‘özgürlük nedir?’ sorusunun yanıtları “bilenler”ce yeniden hatırlatılmalıdır.
Vee Ağrı’daki görüntüler…
3 gündür memleketin gündemini işgal etti bu görüntüler.
Ağrı İŞKUR Müdürü, AK Parti Merkez İlçe Başkanı, derken Ağrı Diyadin Belediye Başkanı ve şimdi mevzu Siirt’e uzandı.
Görüntüleri baştan sona izlemiş değilim. Ama zaten yazılanlar ne olduğunu anlatıyor. Yani izlemeseniz de pornografik öğelere maruz kalıyorsunuz.
Merak ediyorum; haydi o görüntüler sakıncalı da, bu görüntüleri yaymak hiç sakıncalı değil mi?
Biliyoruz ki, bazı araştırmalar bazı sapkın davranışların öğrenmeyi kolaylaştıran etkenlere kolay ulaşılması neticesinde artış gösteriyor. Yani adamda eğilim varsa, bu tür görüntüler izlediğinde aklına düşürmüş oluyorsunuz.
Pornoya erişmesini istemediğimiz kesim, son 3 gündür ‘Ağrı’ yazdığında bu görsellere maruz kalıyor. Suç ise bu da suç sayılmalı.
Söz konusu görüntüleri servis eden Twitter hesaplarından biri, birkaç hafta önce de gazeteci Ahmet Hakan’ın porno izlediğine dair bir paylaşım yapmıştı.
O paylaşımının altına gelen yorumlardan bazıları, bunun haber değeri taşımadığına dair idi.
Bana göre de haber değeri taşımıyor.
Ağrı ve Siirt’teki görüntüler için de geçerli bu.
İŞKUR Müdürünün görüntüleri üzerine, sosyal medyada, videodaki hanımefendinin iş mülakatının bu şekilde yapıldığı iddia edildi.
Bu arada, söz konusu görüntüler sosyal medyaya sızdırılmazdan önce, Ağrı'da yerel bazı gazetelerde, Whatsapp aramaları üzerinden siyasetçilere, bürokratlara, iş insanlarına şantaj yapıldığına dair haberler yayımlandığını, o haberlerde şantaja maruz kalanların bazılarının Cumhuriyet Savcılığına verdiği dilekçe fotoğraflarına da yer verildiğini belirtmek isterim.
Gazetecilikte ilişkilendirme diye bir olgu vardır ama her olayı ilişkilendiremezsiniz.
Söz konusu hanımefendi işe alınma vaadiyle ve zorla bu durumda kaldı ise ortada görevi kötüye kullanmaya dair elbette bir suç vardır.
Ama o görüntülerden bu yargıya kimin nasıl vardığını anlayamadım. Anlayan varsa da açıklasın.
Ortada bireysel bir ahlâk sorunu var idi ise de, bu kişinin bulunduğu konumu bağlar mı diye de oturup üzerine düşünülmelidir.
Yine aynı olayda başörtülü bir çalışan fotoğrafı da iliştirilmiş vaziyette idi sosyal medya paylaşımlarında.
Muhabbet başörtüsüne kadar yürüdü haliyle.
Arkadan çekilmiş o fotoğraftaki kadının, videodaki kadın olduğunu nereden biliyoruz, onu da anlamadım şahsen.
Bilginin sızdırıldığı ve görüntüleri yayan kişilerin de buna dair net açıklamalarını göremedim.
Eğer öyle ise bile ortada rızaen gerçekleşmiş bir durum var ise, bu özel hayatın dokunulmazlığına girmiyor mu. Ki bu noktada kamuyu ilgilendiren ya da kamunun yararına nasıl bir durum söz konusu oluyor? O zaman bana ve bize ne bu adamların ne yaptıklarından?
Ayrıca ‘özel hayat’ çığırtkanlığı yapanlar sırf ideolojik olarak karşı tarafta diye böyle bir durum vuku bulduğunda neden daha acımasız olurlar?
Bir gün, porno ve magazin yerine yolsuzluk dosyaları daha çok konuşulur hale gelirse işte o gün düzlüğe çıkar memleket.
Halihazırda yolsuzluk dosyaları bu kadar gündem olmuyor, uçkur mevzuları gündem oluyorsa da o zaman, “Halk porno ve magazin seviyor.” demekten başka çare kalmıyor ne yazık ki.
Deniyor ya, “Hak ettiğiniz gibi yönetilirsiniz.” diye, “Hak ettiğiniz haberlere maruz kalırsınız.” sonucu çıkıyor buradan. Gazetecilere, kendini gasteci belleyenlere de, “Halk bunu istiyor.” dedikleri zaman kızma hakkınız yok dolayısıyla.
Ağrı’daki mevzular üzerine AK Parti İl Başkanı Halil Özyolcu’yu aradık. Haberi BURAYA bırakıyorum.
Özyolcu özetle, günahın ya da ahlâksızlığın bireysel olduğunu, ortada bir ahlâksızlık var ise, bu ortamı hazırlayıp kumpas kurmanın daha büyük ahlâksızlık olduğunu ifade etti.
Açıkçası katılıyorum.
Bir kişinin arabasına kadar kamera konulabiliyorsa, o kişinin yaşadığı toplumda, o olaya şahit olanların bulunduğu ortamda ‘güven’ mefhumuna gelecek zararı, insanların evinin içindeki, en yakınındakilere bile güven problemi yaşayacaklarını düşünebiliyor musunuz?
Güvenin kalmadığı topluluklarda, yalan baş köşeye oturur. Çünkü artık gizlilik tavan yapar.
Bugün o paylaşımlarınız tıklanır, popüler olursunuz ama bunun toplum nezdinde açtığı bu tür yaralar bir gün sizi de yaralar.
Ağrı olayında ‘ahlâk’, Gülşen olayında ‘adalet’ kıyaslaması yapıyoruz sonuç olarak.
Bu bağlamda her iki olay, ‘özgürlük’, 'öteki', ‘ahlâk’ ve ‘adalet’ kavramları çerçevesinde incelenirse toplum açısından daha hayırlı sonuçlar çıkar; kamu yararı dedikleri…
Yani, yine “bilenlere” ve onları toplum önüne çıkaracak olanlara iş düşüyor.
Peki, bu “bilenler” dediklerim kimler?
Memlekette ‘öcü’ ilan edilen felsefeciler güruhudur bana göre “bilenler”.
Ortaçağ’da karanlık içinde kıvranan Batı, İslam filozofları ya da Doğu filozoflarının sayesinde aydınlanmıştır.
Çünkü kilise ortalıkta kitap bırakmamış, hepsini yakmıştır.
İslam filozofları da (ki çoğu İran topraklarında yaşar), o kitapları kendi yurtlarına getirmiş, üzerine tartışmalar yürütmüş, bu tartışmalardan okullar (ekoller) doğmuş ya da zaten var olan okullarda yeni tartışmalar alevlenmiştir.
Doğu’da atıf sistemi olmadığı için de, Batıdakiler bir gün bunları yeniden çevirdikleri zaman ya da yeniden o kaynaklara ulaştıkları zaman Doğu filozoflarının esamesi okunmamıştır.
O ekollerde ya da okullarda tartışılan konular, bugün ‘köklü’ diye nitelediğimiz Fars kültürünün mihenk taşlarındandır.
O okullar bugün olsa idi, Gülşen ve Ağrı’daki mevzular kavramsal boyutta tartışılıp kamu nezdinde bir takım açıklamalar yapılabilirdi meselâ.
ERÜ Felsefe’de yüksek lisansta bir hocam, kendilerine de özeleştiri yaparak, “Biz felsefenin memurlarıyız.” derdi.
Memlekette akademi çok da atak değil kabul etmek lâzım.
Bir süredir konuşmaktan da korkuluyor her kesimde zaten. Hocanın dediği ‘memurluk’ da bununla bağlantılı.
Ben de bizim camiaya ‘özeleştiri’ okları atayım: bizim mahalle bu tür konularda mikrofonları o “bilenlere” uzatsa inanıyorum ki bir dalgalanma olacaktır toplumda.
Neticede bu toplumda herkes sadece porno ve magazin sevmiyor.
Bu tür haberlerin de kitlesi var.
Böylelikle gazetecilerin dillerine pelesenk ettiği, ‘kamu yararı’ gerçekten ortaya çıkmış ve felsefeye atfedilen ‘öcü’ nitelemesi de kırılmış olurdu.
Ama ben umutluyum. Nasıl ki Batı karanlığa gömüldükten sonra sıçradı, biz de çukuru gördüğümüz bu günlerden sonra elbette ışığı göreceğiz.
Eyy “bilenler” ışığı daha çabuk görmek için yardımınıza ihtiyacımız var…